Cilt Mikrobiyomu

Deri Mikrobiyomu ve Deri Hastalıkları Arasındaki İlişki

İnsan derisi, genetik bilgileri ve konakçı etkileşimleriyle birlikte insan derisi
mikrobiyomunu oluşturan çok sayıda çeşitli mikropları barındırmaktadır. İnsan mikrobiyomunun çeşitli hastalıkların gelişimindeki rolü son zamanlarda büyük bir ilgi kazanmıştır. Çeşitli çalışmalara göre, kutanöz mikrobiyotadaki değişiklikler çeşitli dermatozların patofizyolojisinde yer almaktadır. Deri, insan vücudu ile çevre arasındaki dış bariyeri oluşturur. Cilt sıcaklığı, nem, yağ bezi yoğunluğu ve pH’daki bölgesel farklılıklar bakteri, mantar, virüs, arke ve akarların gelişebileceği farklı ekolojik nişler oluşturmaktadır[1]. Kutanöz mikrobiyal kompozisyon, derinin mikro
çevresinin yanı sıra iç ve dış faktörler tarafından oluşturulmaktadır. Mikrobiyal profildeki değişiklikler hem inflamatuar cilt hastalıklarında hem de kronik enfeksiyonlarda yaygındır[2].

Çeşitli bakteri, mantar ve virüsler insan derisinde yaşmaktadır. Bu mikroorganizmalar bireyler arasında ve ciltteki farklı bölgeler arasında değişiklik göstermektedir. Cilt mikrobiyomunun değişkenliğinden sorumlu olan faktörler sadece kısmen anlaşılmıştır ancak araştırmalar genetik ve çevresel etkilerin önemli bir rol oynadığını göstermektedir[3]. Actinobacteria(%36-51), Firmicutes(%24-34), Proteobacteria
(%11-16) ve Bacteroidetes (%6-9) ciltte bulunan dört ana bakteri filumudur. Nemli bölgelerde en bol bulunan bakteriler Staphylococcus (Firmicutes) ve
Corynebacterium’dur (Actinobacteria). Yağlı alanlar, en az çeşitliliğe sahip
popülasyonu barındıraktadır. Cildin kuru bölgeleri, dört filumun çeşitli kolonizasyonu ile en büyük çeşitliliği göstermektedir[1].

Mantar türleri arasında Malassezia spp., Cryptococcus spp., Rhodotorula spp., Aspergillus spp. ve Epicoccum spp. Malassezia spp. en yaygın olanlarıdır ve tüm mantar florasının yaklaşık %80’ini oluşturmaktadırlar. Demodex spp. pilosebase foliküllerde yaşayan küçük akarlardır. Virüsler, cilt mikrobiyotasının daha az araştırılan unsurları olmuştur. Kutanöz β ve γ insan papilloma virüsleri cilt yüzeyinde yaygın olarak bulunur, ancak ciltte yaşayan bakteri florasının fajlarıyla çok az tezat oluşturmaktadır[1].

Mikrobiyota kolonizasyonu doğumla birlikte başlamakta ve bileşimi doğum şeklinden etkilenmektedir. Daha sonra kompozisyon, çeşitli içsel (etnik köken, cinsiyet ve yaş)
ve dışsal (yaşam tarzı, hijyen rutini, kozmetik kullanım, antibiyotikler, coğrafi konum ve iklim) faktörler tarafından belirlenir[1].

Cilt mikrobiyomu; cilt homeostazının korunmasında, istilacı patojenlere karşı
korumada ve bağışıklık sisteminin modülasyonunda önemli rollere sahiptir[1].

Mikrobiyota bileşimi, cildin bağışıklık sisteminin desteklenmesinde çok önemlidir.
Mikrobiyotadaki değişiklikler yaş, iklim, hijyen veya antibiyotik tüketimi gibi bireysel, çevresel veya davranışsal faktörlere bağlı olabilir ve bunlar disbiyoza neden olabilir[4].Disbiyoz, vücudun belirli bölgelerindeki mikrobiyal topluluklar arasında hastalıkların başlamasına veya ilerlemesine yol açabilecek denge bozukluğunu ifade etmektedir. Atopik ve seboreik dermatit, akne, alopesi areata, sedef hastalığı ve akne gibi çeşitli cilt hastalıkları disbiyozdan kaynaklanabilmektedir[1].
Atopik dermatit, çocukların %15-20’sini ve yetişkinlerin %2-10’unu etkileyen kronik inflamatuar bir dermatozdur. Atopik dermatit; genetik yatkınlık, bariyer disfonksiyonu, doğuştan gelen bağışıklık, adaptif bağışıklık ve mikrobiyom arasındaki karmaşık bir etkileşimden kaynaklanmaktadır. S. aureus kolonizasyonu atopik dermatit astalığında yaygındır. Bununla birlikte bazı hastalar, S. aureus aşırı ekspresyonu sergilememektedir. Ayrıca genom temelli testler hastalıktan önce, kutanöz kommensallerin çeşitliliğinin kaybı ve S. aureus’un baskınlığı ile atopik dermatit hastalarının mikrobiyomunda bir değişiklik göstermiştir, hastalık kontrol altına alındığında çeşitlilik taban çizgisine geri dönmektedir.

S. aureus’un atopik dermatiti tetikleyip tetiklemediği veya hastalık nedeniyle gelişip gelişmediği henüz açıklığa kavuşturulmamıştır. İltihaplı olmayan ciltte bulunan S. epidermidis, S. aureus’un en iyi antagonisti gibi görünmektedir. S. epidermidis’in, IL-1α üretimi yoluyla bir
antimikrobiyal işlev uygulamaktadır. Bu nedenle patojenlerin enfeksiyon oluşturma yeteneğini sınırlayarak cilt mikrobiyom dengesini koruduğu düşünülmektedir. S. Aureus’tan üretilen toksinler ve proteazlar, cilt bariyerine zarar vererek adaptif ve doğuştan gelen bağışıklık tepkilerini indüklemektedir. Antimikrobiyal ajanlar S. Aureus’u yok etmekte ancak cilt mikrobiyomunun diğer üyelerini de etkileyerek türler arasındaki dengeyi bozmakta ve bakteriyel direnç oluşturmaktadır. Atopik dermatitli
hastalar ile sağlıklı kontroller arasında bağırsak mikrobiyomunun karşılaştırıldığı çalışmalar, atopik dermatitli hastalarda Faeclibacerium prausnitzii ve Ruminocococus gnavus’un arttığını, buna karşın Bacteroides fragilis ve Streptococcus salyaris’in daha az olduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenle prebiyotikler, probiyotikler veya simbiyotikler kullanarak mikrobiyal çeşitliliği artıran müdahaleler, yüksek riskli çocuklarda atopik dermatit gelişmesini önleyebilmektedir[1].

Alopesi areata , %2 insidans ve pediatrik popülasyonlar arasında daha yüksek prevalana sahip bir saç dökülmesi türüdür. Hastalığın patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır. Alopesi areata hastalığında genetik yatkınlık, çevresel faktörler ve son zamanlarda cilt ve bağırsak mikrobiyomunun rol oynadığı bildirilmiştir. Cilt ile birlikte, bağırsak disbiyozu da yakın zamanda alopesi areata ile ilişkilendirilmiştir.
Bağırsak mikrobiyota dengesinin restorasyonu, alopesi areatalı hastalarda besinlerin emilimini, sentezini ve immünomodülasyon gibi konakçı ile ilgili faktörleri artırarak saçların yeniden büyümesine katkıda bulunabileceği bildirilmiştir. Alopesi areata için yenilikçi bir tedavi seçeneği, mikrobiyomun terapötik manipülasyonudur. Bu manipülasyon, fekal mikrobiyota nakli veya postbiyotikler gibi mikrobiyal metabolitlerin kullanımı ile gerçekleştirilebilir[1].

Psoriasis vulgaris, dünya çapında %2 prevalansı olan kronik inflamatuar bir
hastalıktır. Hastalık genetik yatkınlık ile immün hücrelerin infiltrasyonunu tetikleyen çevresel faktörler arasındaki karmaşık bir etkileşimden kaynaklanmaktadır. Kutanöz mikroorganizmalara karşı immün toleransın bozulması, hastalığın patogenezinde yer almıştır. Psoriasis vulgaris plaklarında bulunan bakteriler arasında Firmicutes, Actinobacteria ve Proteobacteria bulunur. Araştırmalar Actinobacteria ve
Bacteroides’te bir azalma ve Coprobacillus, Ruminococcus ve Streptococcus’ta bir artış göstermiştir. Birkaç çalışma, sedef hastalığında gözlenen disbiyozun olası kaynağının bağırsak olduğunu göstermektedir. En sık bildirilen bulgular, Bacteroides ve Akkermansia spp’nin azalması ve Firmicutes ve Actinobacteria’daki artıştır.
Bozulmuş bağırsak florası, bakteriyel translokasyona yol açararak inflamasyonu tetikler ve inflamatuar yanıtın sürekliliğini sağlayan anormal bir mikrobiyom oluşturur.
Probiyotikler, immünoglobulinlerin üretimini artırarak veya lenfositleri ve mononükleer hücreleri aktive ederek immünomodülatör bir etkiye sahiptir. Prebiyotiklerin ve simbiyotiklerin kullanımı, CD4+ ve CD8+ T lenfositlerinin inflamatuar yanıtlarını değiştirerek psoriazis tedavisinde faydalı bir etkiye sahip olabilir[1].

Sonuç olarak mikrobiyal çeşitliliği tanımlamaya yönelik moleküler yaklaşımlar cilt mikrobiyomu hakkındaki anlayışımızı değiştirdi, konakçı-mikrop etkileşimi ve bunun cilt hastalığıyla ilgisi ile ilgili birkaç soruyu gündeme getirmiştir.

Mevcut bilgiler sağlıklı cilt ile karşılaştırıldığında çeşitli dermatozlarda bakteri, mantar ve viral türlerin yetersiz veya aşırı eksprese edildiğini göstermiştir. Cilt hastalıklarıyla ilişkili patojenlere yönelik antimikrobiyal tedaviler yararlı florayı yok ettiğinden, araştırmalar probiyotikler, prebiyotikler, simbiyotikler ve fekal transplantasyon kullanımı yoluyla cilt
mikrobiyota homeostazının korunmasına kaymıştır. İnsan mikrobiyomuyla onun doğuştan gelen ve adaptif bağışıklık sistemleriyle etkileşimlerinin daha iyi tanımlanması, bu hastalıkların daha iyi anlaşılmasına ve yeni tedavilerin elde etme fırsatına yol açabilir.

Referanslar:

  1. Carmona-Cruz, S., Orozco-Covarrubias, L., & Sáez-de-Ocariz, M.
    (2022). The Human Skin Microbiome in Selected Cutaneous Diseases.
    Frontiers in cellular and infection microbiology, 12, 834135.
    https://doi.org/10.3389/fcimb.2022.834135
  2. Bay, L., & Ring, H. C. (2021). Human skin microbiota in health and
    disease: The cutaneous communities’ interplay in equilibrium and
    dysbiosis: The cutaneous communities’ interplay in equilibrium and

dysbiosis. APMIS : acta pathologica, microbiologica, et immunologica
Scandinavica, 10.1111/apm.13201. Advance online publication.
https://doi.org/10.1111/apm.13201

  1. Schommer, N. N., & Gallo, R. L. (2013). Structure and function of the
    human skin microbiome. Trends in microbiology, 21(12), 660–668.
    https://doi.org/10.1016/j.tim.2013.10.001
  2. Murillo, N., & Raoult, D. (2013). Skin microbiota: overview and role in
    the skin diseases acne vulgaris and rosacea. Future microbiology, 8(2),
    209–222. https://doi.org/10.2217/fmb.12.141

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir